Türkiye Dijital Tanıtım Rehberi

Bursa Ulu Camii tarihçesi & Efsanesi

T.D.T.R

Tarihçesi

Bursa Ulu Cami, Osmanlı Sultanı I. Bayezid tarafından Niğbolu Seferi’nden dönüşünde verdiği emir ile inşa ettirilmiştir. Caminin yapım tarihini veren bir kitabe yoktur; ancak minber kapısında geçen 802 (1399) tarihi caminin inşa tarihi olarak kabul edilir. Bursa Ulu Cami’nin inşası; hem devletin kendisini siyasal, ekonomik ve kültürel bir varlık olarak dünyaya kabul ettirme çabasının bir devamı hem de Osmanlı toplumuna bir kimlik verme çabasının gereği olarak değerlendirilir. Caminin açılışında ilk hutbeyi dönemin önemli mutasavvıflarından biri olan Somuncu Baba’nın okuduğu rivayet olunur. Cami yapıldığı dönemlerde toplum tarafından çok itibarlı addedilmiş ve diğer medreselerin hocaları burada ders vermeyi bir şeref bilmiştir. Sonraki yüzyıllarda caminin iç mekânını süsleyen ve alışılmışın dışında büyük ebatlı yazılar toplumsal ilgi ve itibarın nedenlerinden biri olmuştur. İnşasından kısa bir süre sonra Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı’nda esir düşmesinin ardından Timur’un Bursa’yı işgali sırasında ve Fetret Devri’nde Karamanoğlu Mehmed Bey’in Bursa kuşatmasında (1413) cami, dış cephelerine odun yığılarak yakılmaya çalışıldı. Bu yangınlar sonucu dış cephe kaplaması tahrip oldu. Ortaya çıkan moloz duvar dokusu kalın sıva ile örüldü; bu durum 1950’lerdeki restorasyona kadar böyle devam etti. 1958 Büyük Çarşı yangınında kuzey avlusunun da yanmasından sonra gördüğü tadilat sırasında sıva kaldırılmıştır.

Fetret devrinden sonra 1421 yılında tekrar ibadete açılan caminin ilk tamir vesikası 1494 yılına aittir. 1862 yılına kadar 23 tamir vesikası daha vardır. Müezzin mahfili 1549 yılında yapıldı. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır’ın fethi ve hilafetin Osmanlı’ya geçtiği dönemde getirilen Kabe-i şerif kapı örtüsü padişah tarafından Ulu Cami’ye hediye edildi ve minberin soluna asıldı. Müezzin mahfilin karşısındaki taş vaiz kürsüsü 1815’te yapıldı. Cami, 1855 yılı büyük depreminde büyük hasar gördü. On sekiz kubbesi çöken caminin sadece batı minaresinin dibindeki kubbe ile mihrap önü kubbesi ayakta kalabildi. Depremden sonra esaslı bir tamir gördü. Bu dönemde Sultan Abdülmecid’in emri ile İstanbul’dan gönderilen ünlü hattatlar camideki büyük yazıları elden geçirdiler. Ayrıca yeni hüsn-ü hatlar da ilâve edildi. 1889 yılında çıkan bir yangında minarelerin ahşap olan külahları yanmış, sonrasında kâgir olarak yeniden yapılmıştır.

Mimari özellikleri : Dikdörtgen planlı cami yaklaşık 5.000 metrekare boyutlarında olup 20 kubbe ile örtülüdür. Sekizgen kasnaklara oturan kubbeler mihrap duvarına dik beş sıra halinde dizilmiştir. Kasnaklar mihrap ekseni üzerindekiler en yüksek olmak üzere yanlara doğru gidildikçe her sırada daha alçak düzenlenmiştir. Kuzey cephenin her iki ucunda tuğla malzemeyle inşa edilmiş iki kalın minaresi ve minarelerden doğudakinin Sultan Çelebi Mehmed devrine ait olduğu tahmin edilmektedir. Düzgün kesme taşlarla inşa edilmiş kalın beden duvarlarının masif etkisini hafifletmek için cephelerde her kubbe sırası hizasına gelmek üzere sağır sivri kemerler yapılmıştır. Her kemerin içinde iki sıra halinde ikişer pencere yer alır. Bunların gerek biçimleri gerek boyutları her cephede farklıdır. Son cemaat yeri bulunmayan yapının kuzey cephesinde köşelerde sonradan yapılan iki minare vardır. Minarelerin ikisi de beden duvarına oturmaz, yerden başlar. Batı köşesindeki minare I. Bayezid tarafından yaptırılmıştır. Sekizgen biçimli kürsüsü bütünüyle mermerden, gövdesi tuğladandır. I. Mehmet’in yaptırdığı söylenen doğu köşesindeki kare kürsülü minare, caminin beden duvarından da 1 metre kadar ayrıktır. Şerefeler her iki minarede de aynı olup tuğlalı mukarnaslarla bezelidir. Kurşun kaplı külahlar 1889’daki yangında ortadan kalkınca, bugünkü boğumlu taş külahlar yapılmıştır. Ana kapısı kuzeyde olan caminin, doğu ve batıdakilerle birlikte üç kapısı vardır. Ayrıca sonradan Sultanın namaz kılması için ayrılan Hünkar Mahfili’ne açılan bir kapı pencereden bozularak yapılmış; böylece kapı sayısı dörde çıkmıştır.

Minberi : Bursa Ulu Cami’nin sert ceviz ağacından kündekari tekniği ile yapılmış minberi Hacı Abdülaziz oğlu Mehmed isimli bir sanatkar tarafından yapılmıştır. Selçuklu oyma sanatından Osmanlı ahşap oymacılığı sanatına geçişin önemli örneklerinden biri olan minberi yapan ustanın kim olduğu hakkında kaynaklarda yeterli bilgi yer almaz. Ustanın ismi minberin sağ yanında oyma sülüs yazı ile yazılmıştır. İsmini yazdığı ifadenin son kelimesi farklı şekillerde okunmuş;kimi kaynaklarda Antepli olduğu; kimi kaynaklarda Tebriz’in Devak köyünden olduğunu ifade edilmiştir. Minberde form açısından Selçuklu geleneği hakimdir. On dört basamaklı minberin girişinde kapı kanatları bulunur. Üçgen şeklindeki minber tacı delikişi tekniğinde bitkisel olarak süslenmiştir. Üçgenlerin kenarlarından gelen Rumilerle taç dalgalı bir forma sahiptir. Aynalıkaltı 12 panoya bölünmüştür. Yan aynalıklarda yüzey çok kollu yıldızlarla geometrik taksimatlara ayrılmış ve her bir parçanın içi bitkisel motiflerle doldurulmuştur. Minber korkuluğu her iki yönde birbirinden farklıdır. Doğu yönünde, delikişi tekniğinde sekiz kollu yıldız ve sekizgenlerden oluşan geometrik kompozisyon korkuluk bütününe yerleştirilmiştir. Diğer yönde ise zemin oyma ve delikişi tekniğinde işlenen panolar dönüşümlü olarak kullanılmıştır. Minber kapısının üstündeki kitabede inşa tarihi ve banisinin adı yer alır. Ulu Cami minberine bazı gizemler atfedilmiştir. 1980 yılında minberin doğu yönündeki geometrik kompozisyonun güneş ve etrafındaki gezegenlere simgelediği; aralarındaki uzaklıkların gerçek uzantıları ile orantılı olduğu; batı yönündeki kompozisyonun ise galaksi sistemini simgelediği iddia edilmiştir.

Şadırvanı : Caminin iç mekanında, yirmi kubbeli yapının ortasındaki üstü açık kubbenin altında yer alan şadırvan, Ulu Cami’nin dikkat çekici özelliklerinden biridir. Selçuklu yapılarında yaygın olan tepe açıklığı ve altında havuz yer alması geleneğinin bir devamı olan bu özellik, camiyi Selçuklu geleneğine bağlar. Şadırvanın altında bulunduğu açık kubbe günümüzde camekanla kapatılmıştır.

T.D.T.R

Bursa Ulu Camii efsanesi

Yıldırım Beyezid Niğbolu seferine giderken bir adak adar, “eğer bu şehre zaferle dönersem 20 cami yaptıracağım” Padişahın dileği olur Niğbolu’dan zafer ve bolca ganimetle döner. Damadı Emir Sultan’ı çağırarak adağından bahseder. Emir Sultan 20 ayrı cami yerine 20 kubbeli büyük bir cami yaptırmanın daha doğru olacağını söyler ve rüyasında kendisine bu büyük yapı için Orhan Camii ile Vaiziyye medresesi arasındaki bölgenin işaret edildiğini anlatır. Yıldırım Bayezid Emir Sultan’ın önerisine uyarak 1396 senesinde Ulu Cami’nin inşasına karar verir. Rivayete göre Ulu Cami’nin yapılacağı bölgede evler ve işyerleri bulunmaktadır. Padişahın emri üzerine kimse mağdur edilmeden binalar istimlak edilmeye başlanır. Fakat bir kadın, “başkaca yerim yok, başımı nereye sokarım?” diye feryat edince Yıldırım, meseleyi, Emir Sultan’a havale edip, “himmetinize kalmıştır” der, Emir Sultan da, “her işin gerçekleşeceği bir vakit vardır” diyerek sultanı teselli eder. O gece, kadın bir rüya görür, rüyasında mahşer günü olmuş, herkes, Hz. Muhammed’den şefaat ummakta, onun sancağına koşmaktadır. Kadın da aynı sancağa doğru koşmak ister ama gücü yetmez. Bu esnada kadın, büyük bir tedirginlik içinde feryada başlar. O sırada bir zebani gelip neden feryat ettiğini sorar. Kadın, “herkes cennete girdi, bense giremiyorum” deyince zebani ona, “evini Yıldırım’a ver, yoksa inatçılardan olur, cehenneme girersin” diye seslenir Emir Sultan, o gün, sabahleyin erkenden Yıldırım’ın yanına gider ve “Allah tarafından Ulucami’ni inşa etmek işaret olundu, ecri bol ola!” diyerek cami inşaatına herhangi bir engel kalmadığını iletir, az sonra kadın da bizzat Yıldırım’ın huzuruna gelerek cami yapılması için evini teslim eder. 

Bir başka rivayette aynı olay şöyle anlatılır: 

Yıldırım, Bursa’da Ulucami’yi yapmayı murad ettiğinde tam ortasına isabet eden mahalde bir hatunun evi olup satın alınmaya imkan bulunamamıştı. Çünkü kadın bir türlü satmıyordu. Daha sonra inşaat tamamlanınca birkaç yıl hatunun evi, caminin ortasında kaldı. Sonra hatun ölünce ev mirasçılarından satın alındı. Fakat vaktiyle kadının rızası olmadığı için padişah o kısmın ibadet yeri olmasını arzu etmeyip, şadırvan yapmayı tercih etti.